Reklam
Reklam
İNSAN VE TASAVVUF
Nevzat LALELİ

Nevzat LALELİ

İNSAN VE TASAVVUF

01 Mayıs 2017 - 18:00

İnsan eşref-i mahlûk… Yani yaratılan canlıların en üstünü ve mükemmeli… Diğer bir ifade ile Ahsen-i takvim… En güzel şekilde yaratılmış… Allah ona diğer canlılarda bulunmayan hasletler ve özellikler vermiş. Bunlardan en önemlisi hiç şüphesiz akıldır.

            İnsana akıl verilince de ona bir takım yetkiler verilmiş ve sorumluluklar yüklenmiş. Yetkiler verilmiş, Allah insanı kendisine, “yeryüzünde kendime halife yaratacağım Bakara-30” buyurmuş. Halife demek, Allah(c.c) adına (asıl yerine) onun hükümlerini yeryüzünde uygulayacak insan (idareciler) demektir. Allah’ın insana (Müslüman’a) verdiği bu yetkiyi Allah dışında kimse veya hiçbir topluluk kaldıramaz.

            İnsanın sorumluluğu, bu halifelik görevini yapıp yapmaması karşısında ondan sorulacak hesapla belli olacaktır. Çünkü insanın bütün hareketleri, konuşmaları ve hatta niyetleri bile meleklerle (görülmeyen gizli kameralarla) kaydedilmektedir. O kadar mükemmel bir imtihandır ki (Peygamber ve Kur’anın bildirmesi dışında) imtihanda olduğumuzdan haberimiz bile yoktur.

            Ahzap suresi 72. Ayette; “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi” buyurarak, insanın nasıl bir yük yüklenmiş olduğunu bizlere anlatıyor. Evet, insan göklerin, yerlerin ve dağların yüklenmekten kaçındığı bir emaneti yüklenmiştir.

Ama bırakın İslam’a inanmayanları “Ben Müslüman’ım…” diyenlerin bile böyle bir emaneti taşıdıklarının farkında ve şuurunda olduklarını görmüyorum.

            İNSANDA TEMYİZ GÜCÜ

            Kendisine akıl gibi bir büyük nimet verilen insan, temyiz gücüne (ayırt etme gücü) sahiptir. İnsan bu nimetle;

  • İyiyi kötüden, güzeli çirkinden,
  • Doğruyu yanlıştan,
  • Faydalıyı zararlıdan,
  • Adaleti zulümden ayırt edebilir.

Kendisine akıl verilmeyen diğer canlılar (hayvanlar) bu farklılıkları ayır edemezler ve

bu sebepten dolayı da mükellef (sorumlu) değildirler.

            Yüklendiğimiz bu emaneti acaba taşıyabiliyor muyuz? Öyle ya madem bu yükün altına girmeyi kabul ettik o halde emaneti de taşıyabilmeliyiz.

            Şunu hemen ifade etmeliyim ki fert olarak bu yükü taşımamız mümkün değildir. Fert olarak yapacağımız bir takım görevlerimiz vardır ama bu emanet toplum olarak taşınacak bir emanettir. “İslam’ın ferde ilk teklifi imandır. Hemen arkasından topluma yapılan ilk teklif ise nizam (Allah’ın koyduğu)  kurallardır.” Çünkü Kur’an-ı kerim’in bir yarısı iman (Mekki ayetler) ise diğer yarısı da ahkâm (kanunlar) (Medeni ayetler) ayetlerdir. Allahın emirleri ancak güçlü bir toplum olarak yaşanabilir ve bu yük taşınabilir.

            Yukarıdan düşen bir ağırlığı mesela inşaatın üst katından intihar etmek için atlayan bir insanı, bir itfaiyeci tutamaz. O, bir gurup itfaiyecinin açtığı sağlam bir bezle tutulabilir. Ya göklerin, yerlerin ve dağların taşımaktan çekindiği yükü bir insanın taşıması mümkün müdür?

            İNSANIN ENGELLERİ

            İnsan, Allah’ın kendisine verdiği bu yükü taşımak istedikçe ona iki ayrı manevi güç tesir eder ve onu bu yükü taşımaktan alıkoyar. Bunlar insanın benliği (nefis) ve şeytandır.

            Nefis (benlik) insanı zor işleri yapmaktan, Allah için bile olsa fedakârlıktan alıkoyar, kolayına gideni yapmaya yöneltir. Bir diğer özelliği ise bir işin yapılmasını önlemek için bahaneler (sebepler) üretir. En çok ürettiği sebep ise çoluk çocuğuna bakmak, onlara rızık getirmektir. Eskiler bu mazereti öne sürenleri; “Kör olası hanede evlad-ı İyal var – Ben iyi şeyler yapacağım ama eşim ve evlatlarımla ilgilenmem gerekir” demişlerdir.

            Şeytan ise insanın apaçık bir düşmanıdır. “Onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım da çoğunluğunu şükreder bulamayacaksın. Araf -17” diyerek Allah’a isyan etmiştir.

            Nefis ve şeytandan hangisi insan için daha tehlikelidir dersek, bu sorumuza nefis diye cevap vermemiz mümkündür. Zira şeytan sizi bir kötülüğe yöneltmek, bir hayırdan alıkoymak istediğinde insan ona uymazsa, bu sefer yol değiştirir, metot değiştirir ve sizi istediğine yönlendirir. Mesela camiye gitmek isteyen bir Müslüman’ı daha vakit var, şu iş namazdan daha önemlidir, diyerek alıkoymak ister. Siz kesin karalıysanız bu sefer “sen ne güzel Müslümansın. Namazı da senden daha düzgün kılan yok” diyerek ibadetinde gurulandırır. Fakat nefis böyle değildir. Çatlar, patlar… size o işi yaptırır.

            İnsan bu nefis ve şeytan ikilisini halletmek onların tesirlerinden kurtulmak mecburiyetindedir. Yoksa sorumluluğunu yerine getirmeyen bir suçlu durumuna düşecek ve dünya ve ahirette büyük ziyan yaşayacaktır. Bunu da ancak nefis terbiyesi ile ulaşabilir.

            Nefis terbiyesi, nefsin istedikleri ona vermek değil nefse zor da gelse Allah’ın emirlerini yaşamaya çalışmakla mümkündür. Bunun için insana, nefsini terbiye etmesinde yardımcı olacak bir Mürşid-i Kamile ihtiyaç vardır.

            Dikkat edilecek olursa Şeyh demedim, Mürşid-i Kamil dedim. Mürşid-i Kamil, (Sultan Fatih’in vakfiyesinde belirtildiği gibi) Allahın emirlerini bilen müfessir, Rasullahın Hadis-i Şeriflerini bilen Muhaddis, bunları nefsinde yaşayan ihlâslı bir insandır.

Bu yazı 790 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar